Mandalın zafiyetine uğramış çamaşır ipinden sarkan eteklik
gibiyim, baharı karşılayacak anda beyazlığımla yere düşmüşüm de, kuruyamadan
daha çamur olmuş üstüm başım. En güzel
kimin üstünde dururdum merak etmemişler bile, paspas gibi o yanda bu yandayım
şimdi.
Dokuzuncu köyden kovulduktan sonra onuncu köye küsmüş kavalcı gibiyim.
Yalnızlık dizlerimde romatizma, yağmuru yağdıracak tanrılar umursamıyor artık
beni, mahsus mahalmiş yalnızlık,
tanrılar hakkında ne az şey bilirmişim oysa. Arkadaşlarım ekmek arasında helva yerken oyun
arası, bisiklet molası, annem salça bile süremezmiş ekmeğime, o yüzden kapı arkalarında bitermiş bir
salçası bile olmayan renksiz ekmeğim.
Her gün usulca lunaparkın önünden geçen kısa saçlı kadınım. Koca memeli balerin kadını hiç sevemedim ben,
benimkiler hiç büyümeyecekti bildim. Gizli gizli tas basardım kocaman olsunlar
diye, olmadı kocayacaklarmış öyle küçümen. Ama sevgilimin küçük diye memelerime
dokunmaya kıyamadığını düşünürken kocamanlara koşacağını bilemezdim ki. Atları karıncalardan
çok sevmemeyi öğrendim sonra. Karıncaları atlara ezdirmedim bu yüzden. Hem
zaten atla karınca aşıkmış birbirine. Kısa saçlı kadın lunaparkın önünden
geçerken atlarla karıncaları özlermiş hep. Ama pamuklara sardığı aşkı yokmuş
artık gidemezmiş yanlarına.
Saç örgülerim kalçamdan aşağı uzarken akşamları adamlar
gizlice tutundular saçlarıma, ben uyurken girdiler odama, saçlarım büyümemi
beklemedi ya ben uyurken kadın olmuşum meğer. Sonra adamların tutunacak
çarşafları olmasın diye saçlarımı kestim.
Bir yastıkta kocayın yastıklarını hatırlıyorum iki kafanın
bitişik aynı rüyaya yattığı uzunca bir yastık. Yanıma bitişik eller kollar
düşledim de yanaklarım hep üşüdü, ellerim hiç ısınmadı. Masal anlatacak kimse yoktu yorganlara
sarındım ben de. Gizli gizli bir sürü şey anlattım kendime. Dünyaya salınmış
koca bir gözden ibaret kısacık bir kızın hikayesi çalındı kulağıma. Çaldım
söyledim, dinledim oynadım yattığım yerde.
Geceleri kocasının cebinden paralar aşıran Ayşe teyzelerin,
banka veznesinde ömür sertifikası almaya hak kazanan Mehmet efendilerin,
kendisine doğrularını üçer yanlışlarla yitirdin sen bu dünyada hep kaybedensin
denen Alilerin, ciğerin 35 lira olduğu ülkede ciğersizlikten içi kuruyan
kedilerin, adının komik anlamına gelen kelimeyle karıştırılmasına sinirlenen
saka kuşlarının ülkesinde gökten balonla düştü küçük kara balıklı kız. Su
kuşlarını yüzdürecek şehirler buldu kendine, sokakları geçti kaldırımları
atladı, evlere girdi evlerden çıktı, tereyağlı ballı çörekler yedi, Ayşe
teyzenin oğluyla sayı saymayı öğrendi. Kızlar ve oğlanlar, amcalar ve teyzeler,
babalar ve anneler dünyasına düşleriyle girdi. Hayat küçük kızla hayallendi.
Griden pembeye doğru renkleri saymayı öğrendi mahalleliler, mektepliler,
paralılar, parasızlar. Kızın düşleriyle uyumaya düşleriyle sevmeye başladılar.
Hayal kurmaya gerek yoktu dünya küçük kızla hayalleniyordu artık. Sabahlar,
akşamlar, geceler, gündüzler dönme dolapta döndü durdu. Sonra küçük kız kendi
suretinde küçük oğlanı gördü, elleri minnacık, gözleri kocaman, boyu kısacık
cetvelde 5 santim. Bir çırpıda birleşti elleri, ayakları. Küçük kız ile küçük
oğlan çimenler aşağı yuvarlandılar top top, bilye bilye. Pespembelik güneşler
açıyordu tepelerinde. Küçük kız hayalini beş santimlik oğlanın ellerinde
gözlerinde buluyordu artık. Hayale yatmaya, hayali düşlemeye vakti yoktu. Dünya
yıldızlı haleleriyle başını döndürüyordu.
Sonra günlerin dönme dolabında zaman
tersine dönmeye başladı. Ayşe teyze kuaförün yolunu unuttu, terliklerini
kaybetti de günlerce bulamadı, ütüsüz pantolonuyla yağmurda şemsiyesiz dolaştı
Mehmet efendi, Ali yetişemediği trenlere, otobüslere, vapurlara ağladı,
mahalleliler artık griden sonra renk görmez oldu.. Küçük kız er kişilerin
ülkesinde kendi gibi eli minicik, boyu kısacık oğlana tutulalı beri düş kurmayı
unuttu. Dünyanın hayali sustu birden. Küçük kız mahallelinin mutsuz
mırıltılarını, kavgacı seslerini duyar oldu ve karanlık bulutun yaklaştığını
hissetti. Ayaklar kalabalık olup yokuş
aşağı yürüyüşe geçti. Tencereler, testereler, kazmalar, bıçaklar, makaslarla
küçük kız ve küçük oğlana koştular. Hayalsiz, gülümsemesiz, mutsuz dişleriyle,
elleriyle küçük kız ve küçük oğlanın gözlerini oydular, parmaklarını
kopardılar, karınlarını deştiler. Paramparça bedenlerinin üzerinden ekmek
çiğner gibi geçtiler ve yer, gök, deniz beş santimlik kana boğuldu…
Sonra aşkın, hayalin ve dostluğun katliyle uyku uyuyamaz
oldum. Göz kapaklarıma hüzün düştü,
buzlu aynalarda yüzüm üşüdü. Mendilim yoktu. Ben yine ağladım…
Hem,
Ocak başında kebap yemek varken ben yeni yılın ilk ayında
neden üşüyorum.
I need some sleep…
Ocak'2012