16 Aralık 2012 Pazar

yeşil




Damga damga ölüp kimselerden
Yürek içine sığamamakmış ömür
Bulutlararası koca taşlar içinde
Sade sade bir nokta kaldı bana

Öğrenmek ne kolay
Yalan bir oynaşma baharların gelişleri

Bir kuş kırpması için ellerimin tutulması
Bir bağ bencileyin ondan ona
Dokudum
Sökülürken avuçlarımdan
Küt diye
Tüm yaşlarım
Oturdum bir söğüdün dibine ağladım

Toprağın ucunda yeşil
Sızma umut bakma
Benim gönül büyütecek aşklarım yok artık




20 Kasım 2012 Salı

Pus





Kaçkın kuşlar sürüsü,  
uca buca sızmış süzme kan örtüsü,

Kadını daha önce görmüş olabilir miyim? Çıkartamıyorum. Yanıma yaklaşıyor. Elleri kan görmüş de çekilmiş gibi. Neresi burası?  Kadın önümde kuyuya doğru bakıyor. Daha önce orada bir kuyu olduğunu hatırlamıyorum. Saçlarından tutup kaçmak istiyorum. Arkamda sesler uğulduyor. Kadın kuyuya uzanmaya çalışıyor. Gözleri aşağıda. Kadın gözlerini düşürmüş. Ellerim kıpkırmızı, acı acı bağırıyorum. Duymuyor beni.  İnce bir hareketlenme oldu saçlarında. Korkudan parçalanıyorum. Saç-aklarıyla üzerime geliyor.  Boynumu tuttu, utandı.  Boynum ellerine asıldı. Kapı gibi kuyu kapandı. Dışarıda kuşlar susmuyor. 
Telefon hiç susmayacak gibi çalıyor.  Saçlarım ayaklarıma dolanmış. Yatakta kımıldamaya çalışıyorum. Çarşaf dalları batıyor tenime. Ağzımda dün gece gördüğüm rüyanın acısı var. Hayal meyal bir kadın anımsıyorum. Telefon esrar ve ısrar çalıyor. Sol ayağımı yataktan aşağı bırakıyorum. Bir elim sızısında belimin. Kalkmaya çalışıyorum. Neye dokunsam dökülecek gibiyim. Boynum taneleri düşmüş salkım gibi. Ağzımda çiçek bozuğu kokusu. Ezilip büzülüp suyunda boğulan çiçekler geliyor gözümün önüne. Yuvarlak camlar içinde nefretle çürüyorlar. Ellerim nefretle yaşlanacaklar mı? Yaz ortasında kalın hırkalar giyecek miyim? Nefretle üşüyecek miyim? Çocuk yaşında, kadın yaşında, aşk yaşında yaş’larla doluyorum. Gözlerim dolu yağıyor.
Kapıyı açıp salona geçiyorum.  Annem alacalı halının ortasında bakışımsız öylece duruyor karşımda.
-          Anne boynum boğum boğum.  Bu sabah boynumu tutamadım.
Telefon tekrar çaldı. Hayır, kuş çaldı? Kuş çalar mı? Odaya dönüyorum çalanı bulmaya. Koltuk başlarına, mutfak dolaplarına tünemiş bir sürü göz. Kuşlar göz göz olmuş bana bakıyor. Güvercinler korkunç bir sedasızlıkla uğulduyor. Kumrular çiftsiz intikam arar gibi. Aç bakışlı martılar. Bakamıyorum gözlerine. Kalbim atıyor, kalbim çok hızlı koşuyor.  Annem içeriye girip kollarını iki yana açıyor. Kuşlar annemi kollarından tutup sarılıyor. Annem durmadan susarken kuşların kulakları kabarık.
Kuşlarrr…
O gün ki gibi, yas tutarcasına, ölümü hatırlarcasına, bana bakıyor. O gün kaç yaş döküldü? Annemin yaşı, benim yaşım, annemin annesinin yaşı üst üste kaç acı eder? Yine o kesif, tüylü, yapışkan koku geliyor burnuma. Her koku çıktığı kaynağı ararmış, koku gittiği yerlere kendini bırakırmış, ellerimde kan, koku ellerimi ararmış.
Annem kuşlar içi içe her şey her kere gözümün içinde
Pencere kenarlarında duramıyorum. Pencereden sızan kuşlardan sonra yüreğimin üşümesi hiç geçmedi. Perdeler sımsıkı açık. Gök yüzünün bütün geceleri utanmasız ev içinde. Annem hep pencere kenarında,  annemin annesi büyük,  beni anneme katıp büyütüyor. Annem beyazdan elbiseler içinde durmadan yürüyor. Onunla beraber melekler de yürüyor sanki. Misafir gibi bir gün gidip dönmeyeceğinden korkuyorum. Annemin koltuğu. Kadifesi kuş tüyünden beyazlamış, geriye yaslanmalık bir yeri kalmamış. Pencere kenarına bitişik, perdeler hemen yanında çekili, perdelerin kocaman çiçekleri solgun. Annemin koltuğu annem yaşında.
Annemin yazgısı. En çok sevdiği, gözü gibi baktığı. Diğerlerine benzetemediği. Başka seviyor onu. Başka kuş. Bildiğim bütün kuş adlarının dışında annemin diliyle tanıyorum onu. Annem narin ellerinde ufaladığı ekmek kırıntılarını kuşlara uçuruyor. Karnım hiç doymuyor. Annemin gözleri gökyüzünde kuşları izliyor. Ben yerin bir yüzünde annemin gözlerinin bekçisiyim. Kollarım kuralsız uzuyor, annemin bütün yazgılarını tutmak için. Tutup tutup betonlara çarpmak,  asfaltlarda ezmek için. İçimin öfkesi bir türlü geçmiyor.
Ben bir kuşun kalıntısıyım. Fosil fosil. İçimde her şeylerin gerisi var. Her şeylerin ötesine ilerleyemiyorum. Herkeslerin sus dediği yerde gözlerim kapalı. Önümü göremiyorum. Yüreğim çoktandır ısısını kaybetti. Elleri özlüyorum tutup beni gezmelere götürecek.
Kuşlarrr…

O gün birden içim dürtüldü. İçim hep bu günü beklermiş. Yazgı pencere kenarında odayla dünya arasında cılız bacaklarıyla duruyor öylece. Annemin koltuğu boş.  Annem balkonda ender zamanları yaşıyor. Sığırcıkların dansı başını döndürüyor. Durduramıyorum içimi gözlerimi kan bürüyor sanki. İçeride eşyalar bize bakıyor.  Usulca yanaşıyorum pencereye. İçeride eşyalar ölüme şahit tutuluyor.
Kollarım, kuşu boynundan tutacak kadar, kollarım kuşu öldürecek kadar uzun.
                               Upuzunnnnnnn  kan akıyorrrrrrrrrrr
                                           İçimde Kabilin günahı
                                           Yüreğimin ilk cinayeti
                                           İçeride karga sürüsü
                                           Ah yüreğim seni nereye gömsem

Annem alacalı halının ortasında öylece dururken o günü unutmamın mümkün olmadığını anlıyorum
-          Anne boynum boğum boğum, bugün çok kötü uyandım.
Annem sessiz hep sessiz. Bağırıyorum çağırıyorum duymuyor beni. Kuşlar halimi gördükçe bana inat sımsıkı sarılıyor anneme. Annem bu sabah bütün kuşları giyinmiş üzerine en güzel elbise niyetine. İçim hasetlenirken birden kapının gıcırdamasıyla içeriye bir kadın giriyor. Rüyadaki kadın, o kadın. Kim bu kadın?  Kuşlar kadını görür görmez havalanıyor. Kanatlarıyla kadının gözlerini deşiyorlar. Kendimi iyi hissetmiyorum. Kadın çırpındıkça kuşlar azıyor. Kuşlar azdıkça kadının saçları dökülüyor. İçim oyuluyor sanki. Kadının elbisesi paramparça. Elleriyle başından kovmaya çalışıyor. Midem bulanıyor. Kussam rahatlamayacak gibiyim.  Kadın yere düştü, kadını yerle bir ettiler. Karnım sancıdı, ellerimi karnıma götürüyorum, ellerim sıcacık, ellerim kan kusuyor. Ama annem yerinden kıpırdamıyor. Kuştan anıt gibi duruyor karşımda. Sesim çıkmıyor. Çıksa da beni duymayacak. Beni hiç duymadı. Kuşlar vardır. Gözlerim kararıyor. Şimdi hiçbir şey görmüyorum. Şimdi çok şey görmüş gibiyim. Kuşlar vardır anneme benzer her yerde.

Kuşlar varrr
                        kuşlar çok puş(t)larrr

Söz göz olur mu? Annenin annesi çıkarıp gözünden sırını
bıraktı uğru olmayan geceye. 
Sır söz olup dedi;
Anne erkeği bir kere gördü kız bir kerede oldu.
Anne kızı kimsenin bilmediği yerde hiç kimseden doğurdu.
Hiç kimsenin bilmediği doğumhanede anne kıza gebe, annenin annesi ona ebe oldu.
Anne akılla sızı arasında bir avuç kayıptı. Bir gece erkeğin uluyan gövdesine ilk yüzünü bıraktı, annenin son sözü ahh.  Peşinde dişi köpekler vahhvahh.
Duvarlar kırmızı kireçten. Tavanın pulları perçem perçem. Annenin annesi ellerini bir açıp bir kapıyor, seviyor sevmiyor seviyor sevmiyor anne dölünü sevmezkere doğuruyor. Zemine gazeteler serili, haberler yeni savaşların yenik zaferlerini üfürüyor. Yılın en uzun saatinde ılık bir döl gak guk ediyor. Oda doğum doğum. 
Annenin gözleri az ötede pencere kenarında. Kenarda bir kuş ince belli. Tüyleri ıssacık. Bir kuş çok beklemiş yuvasında yumurtasını çatlatıyor. Çatt diye patlıyor rahimler. Annenin gözünden can fışkırıyor. Annenin alnına o dakka bir kuş yazılıyor.
Kız annenin iki bacağının arasından usul usul sızdı
Annenin içi acı acı. Aklı canından çıktı çıktı
Dikeldi sivri bir kuş bıraktı bir tül parça
Kız annenin ellerinden şıp diye
boşaldı
Bir aralık kapı taa orada
Kız sızdı sızdı…

7 Kasım 2012 Çarşamba

Öyle



-Ya çok üzgün duruyorsun
-Yok aslında ifadem öyle.

Evet niye değil öyle. Çünkü. Yok çünkü.
Yol boyu kaldırımlar sayarken Arnavut gibi, yok yüklü gibi. Kamyon musun ne yükü ? Taşı babam taşı. Babam yahu kaç kilo mandalina taşımış ki ömründe.  Oysa mandalinalar kabuklarından kurrrtulmuş, kuuurutulmuş sobalarda, başkalarında, evlerinde.
Ha yük, çük yok bende.
Pardon kafaesrarı var bende
Migren niyetine
Sus havan kime
Şimdiye
İllaki kafiye
Uydurma be kadın önce sus sonra konuş. Konuşarak sus. Arada suiçpiç.

Ben yürüyorum arkadaşım rast gele rastık çeke çeke
 - Neyin var ne oldu niye üzgünsün?
Sen değil misin be adam ya kadın. Annem eninin körü derdi ben nasıl yazılır bilmem. Elimintersiyleterliğimintepesiyleyüzümüşakşukalamak gibi bir şeydi. Ben bilmem annem bilir.
Teyzem var adı Yeter. 5. çocuk son olsun diye Yeter olmuş. Köyün imamı ezana dururmuş. Yeter diye diye dedemi namaza çağırırmış. Dedemin aklı ayıpta. Yorganda. Yani Yeter dedemin çüküne yetmemiş.
Ahh 6
Ohh 7
Uhh 8
Sayı sayı Yeter. Sonra olan olmuş Yeter’e yetmemiş yetmişinde hiçbir şeye.

İnsan kusurludur. Orasına burasına dikiş atılmış canlıdır. Çorap söküğüdür. Yırtık pırtıktır. Maymunları güldürür sonra öldürür. İnsan önce derde ortak olur. Heveslidir. Kollar sıvazlanır ve Dert Anonim Şirketi kurulur. Lakin depodaki dertler fazla gelir alıcısı olmadığı için şirket batar.
İnsanın bir tüylüsü vardır bir de tüyü bitmeyeni. Tüh ki tüh. İnsan türlü türlüdür. İçindeki gediklere bakmadan arkadaşının içindeki oyukları deşer de deşer. İnsan kusurludur lakin kusurunun şüphesinde bile değildir.

Ama yeter. Siz evet. Yüzeydesiniz ve batmak nedir bilmezsiniz.  Ama yeter. Teyzeme yeter. Bana yeter.

Hüznümün odalarına yerleştirmeyeceğim sizi. Koltuklara sevda etmeyeceğim. İçimi tığ tığ edip havlu kenarlarına dokusanız da göstermeyeceğim size kendimi.
Sözgözarpacık. Sözünüze asker olamadınız. Dilin şehveti yılanı kudurtur ya sözünüze yalan oldunuz. İfadem öyle yüzüm öyle. Hüzün öyle yakışanıdır insanın. Görmediniz. Gözün gördüğü önünüz. Gözün arkasına sığamadınız. Mesela ‘bir kuşu dilinden öpmediniz hiç. Kuşlar vardır mavisinde gök gözün. Uçmayı bilmediniz. Şiirler vardır beyazın içinde kara kara. Yazarken şiir sandınız. İçine dolarsınız sandınız. Sanmaların içinde saçmasınız.
Hüzün ateş tüyü dokunmaya korktunuz.
Kemik sürüsü iştahlarınız var doymak bilmeyen.
Ama şimdi siz artık yetiniz.


23 Ağustos 2012 Perşembe

ipe serilenin hüznü



Az önce yüz bin çığlık yuttum. Sokakta mendil satan bir çocuk bacak kadarlığına aldırmadan habire habire dünyanın amına koyarken hıçkırık geldi boğazıma yapıştı. Tam orta yerimden yarılmış gibi hissederken çiçek havuzunda çiçek satan kadınları gördüm. Kim demiş çingenelerin kötü koktuğunu; güller, begonyalar, papatyalar, sümbüller arasında bir yaygaradır kopuyor. Kadınlar mis geliyor bana ayaküstü. Üzerime bakıyorum yumurta topuklarım ve etekliğimle pek de cilalıyım. Kokum gelmiyor burnuma. Halimden darlanırken bir çığlık daha yapışıyor ağzıma.

Ayaklarım birbirine dolaşmış hızlıca yürüyorum. Telaşıma anlam veremeyip azarlıyorum kendimi. Çocuğu evde bırakıp kaçmış bir annenin suçu gelmiş yakama yapışmış sanki. Nereye gitsem taşıyorum. Gözüm hep arkada.  Bir ağlama sesi duysam benim küçüğü hatırlıyorum. “Babası iyi bakıyor mudur? Saat 3 uyku saati geldi. Uykusunu alamayınca da huzursuz oluyor halbuki.”
Annesi evde bırakıp kaçmış bir çocuğun mahzunluğunu takınıyorum sonra.  “Anne babam beni tutmayı bilmiyor. Saat üç oldu anne, uykum geldi, sen de gel artık.”

Ne oluyorsa yolda oluyor bana. Kafama deliler hücum ediyor sanki. Deliyle deli olup anlaşacağım tutuyor hemencecik. Evden sigara almak için mi çıktım? Annem ekmek almaya yolladı da ben parayı bakkalda mı yedim?  Sevgilimle tartışınca onu yol ortasında bırakıp mı kaçtım? Yeni kitabımı yazmak için Heybeli adadaki evime mi yerleştim?  Yoo Yoo bu sonuncusu olmadı biliyorum. Bildiğim tek şey bu olsun istiyorum şimdi. İnsan ne çok kaybedermiş kendini. Kulağındaki uğultuyla ne çok sokak geçermiş. Sokak adları arkamda kaldıkça gördüğüm her şeyi geride bırakacakmışım gibi hissediyorum. İnsanım işte aldanıyorum hemen.

Hafif metronun içindeyim duraklar geçiyorum;  Merter, Zeytinburnu, Bakırköy. Hafif metronun içinde karşımda bulaşık yıkamış da üstü başı ıslanmış gibi duran bir kadın oturuyor.  Bulaşık önlüğü takmayan kadınlardan belli. Saçları yanlardan çıkmış eşarbı öylesine duruyor adettendir diye. Karşılıklı pek hafif gözükmüyoruz. Metrolar kadın taşır bu saatlerde. Kadın ellerini kavuşturmuş uzağa bakıyor. Ne düşündüğünü kestirmek kolay olmasın istiyorum. Eve zil zurna gelen kocası olmasın. Ondan beş çocuk doğurmasın. Merdiven yıkamaktan beline ağrılar girmesin. Ben ona bakarken gerçeğe dönmek acı vermesin istiyorum. Sonra cama yansıyan yüzümde olmasın dediğim çok şey görüyorum. Susuyorum kendime. Metro duraklar geçiyor. Bahçelievler, Ataköy, Yenibosna. Kadın ayağa kalkarken bir yandan etekliğini eliyle düzeltiyor. 6. durakta iniyor. İçim bir türlü hafiflemiyor.

Nereye gittiğimi hatırlamaya çalışıyorum. Otogardayım otobüs bekliyorum yanıma bir adam sessizce yanaşıyor. Yolculuk nereye kardeş diyor. Lafı ağzından alıp kardeşim hasta memlekete gidiyorum diyorum. Hastalık meraktır sormadan duramıyor.  Birden bacısı oluyorum, üzülmemi istemiyor. Gençlik yenermiş bütün marazları, öyle söylüyor. Tiz sesli bir kadının 57 TA 3426 plakalı araç için Sinop yolcusu kalmasın anonsunu duyar duymaz yanımdan uzaklaşıyor. Adam gidiyor, ben bekliyorum. Bir kardeşim olsa nereye giderdim. Ülke haritasında kendime bir kardeş ve bir ev arıyorum. Yaşamak istemediğime meyilliyim.  Otogardan ayrılıyorum.

Yollar geçiyorum yavaş, hızlı. Sonra cümbüş mahallesinde kadınları görüyorum. Evlerinin önünde çekirdek çıtlıyorlar. Sevda’nın beyaz çarşaflarını konuşuyorlar  “ Ne titizdir bu Sevda, çamaşırları da ne güzel dizmiş. ”  Çamaşır kokulu dertleriyle güzel geliyor kadınlar bana. Yanlarına otursam alırlar mı beni aralarına? Yıkasa Sevda; tüm bensiz oluşları, hesabı tutulmuş arkadaşlıkları, içe işlemeyen aşkları, egonun ve hırsın kirini pasını. Dizse ipe baştan en temiz haliyle.
Saçmanın ve anlamsızlığın içinde kendini yaratmak mümkün mü? ‘Masumiyet ‘ bir filme başlık olacak kadar ilham veriyor hayata. Masumiyetin kaybedilen değil de kazanılan olduğunu hatırlıyorum. Çocukluğun doğadan aldığı, etrafa yayılan ve hissedilen bir kokusu var.  Gün ortasında bağlık bahçelik kokuların burnumun direğine çarpması bundandır diyorum. Çocuk parmağıma doladığım ipin peşine düştüğümde bulacağım yerin masumiyet olduğunu düşünmek yüzümü güldürüyor.

Yürümekten vazgeçmiyorum. Geniş avluların içinden geçiyorum. Çocuklar koşuşturuyor patlıcan kurutan annelerinin eteklerinde. Damlara serilmiş kayısı çiğitlerinden sarı kokular yayılıyor etrafa. Ayağı sakatlanmış bir çocuk salıncakta sallanıyor. O sallandıkça rüzgar enseme dokunuyor. Avludaki oğlanlardan birine takılıyor gözüm. Oğlan kaçan topun arkasından koşuyor. O koştukça duramıyorum yerimde. Tatlı bir anının peşinden topum patlamasın diye koşar gibiyim.

Arayış ne sonsuz bir kelime belki sevmek kadar. 

16 Temmuz 2012 Pazartesi

Duyulmaz sesleri herkesin





Aynalar kara çalıyor
İnsan koynu bir gümüş tepsi
İçine sığanın parmaksız elleri var
Kavuşmuyor geçitler altları bir kış ayına geçkin
Ham kuşlar ağaç diplerinde
Çekirdekleri kalmış baharın
Göğebakanın uçmaz kanatları var

Çağın sesi, ayın başı, maaşlar yolda
Bileti kesili ceplerin
Açılıyor avuçlarda kül rengi bir zaman
Biten bir günden habersiz

Çocuklar bekliyor analarını
Kapılarında eşikler ayaksız şimdi
Bu sessizlik herkesi yakar
Demircileri, topukçuları, marangozları
Gazozcular kurumuş ağızları bekliyor
Ve
Dilek-çiler dikişsiz cümleler çiziyor
Sayısız parmak kaybı kıştan beri

Korku evlerde korku bacalarda zifiri
Bu kış dolu yağdı çok
Mevsim ekmeksiz geçti
Kaşıklar boş
Korku çığlığa karışıyor
Ne zamandır duyulmuyor sesleri davulların
Bir ah yeter mi uzaktan duyulmaya herkesin

Sanrılı  zihinde bir yaz gecesi
Aynalar kara çalıyor
Görenlerin yüzü çiçeksiz


2 Mayıs 2012 Çarşamba

Ses




Saatler tutulmuş 
Yer kapma derdinde herkes
Kolaymış gibi bir an'a yetişmek
Bu kuyruklar neyin nesi
Kim biliyor sarkaçta ne var
Bir günün intiharından gelir gibiyim
Karşılayanım yok bu vakitlerde
Herkes niye serilmiş koltuklara
Asfaltlar çağırıyor niye kimse duymuyor
Sessiz bir damla kirpiklerime saklanmış
Look at my eyes
Lütfen

Dilenen ağızlarımı köşelik vitrinlerinize kapattınız
Piknikten döner gibi siz
Keyifleri sularda soğuttunuz
Bu yaz günü bir intihara gider gibiyim
Altımdan kısa bacaklı tabureler çekildi
Ama siz uzun kollarınızla tutacak çok şey buldunuz

Ben gittim
Siz hep vardınız


19 Nisan 2012 Perşembe

Tırlak



Sahi beynimin içinde büyüyen sayın ur
Ne zaman yerleştiniz boylu boyuna
Boyu boyuna mı
Yoksa tipi tipine mi
Bir ben uyduramadım
Sahi benim yerim nerede
Sayın urlarım bu ayki kurlar kaç eder
Bozdurup bozdurup yesem

Tepemde tırlak Adile hanımlar
Şen bülbüle dönenler
Sahi bi Hikmet Benol vardı ne oldu
En son köşeli vitrinime ayna idi

Elim elin üstüne
Kaldı dışarıda serçe parmağım
Oysalarım vardı ya dinlemediler
Oysa ben serçesiz edemem bilmeliydiler

Sen sen ol dediydi annem olma başkasına el
Dinlemedim

Gözü dışarıda aşk mıydı bizimkisi
Muhataç mıydı ona buna
Deliler zır doluyor beynime beynime
Tırlatmaya az kaldı doktordan bana ne
Kim kime ona buna sana ne
Oflarım duyulur olaaa!

Gözüm gözüne pörtler
Meraklı Melahatlar kovalar

Acı kuyruğumda teneke
Adam mısın bana mısın
Osuruktan teyyare şarkısını bilir misin
Selamım yok kimseye

Acı kuyruğumda teneke
Sahi hangi ara bağladılar

Uzun bir bekleyişin bir akşam üstüsü
Karalardan kadın adamı beklediydi
Haberler olacak o kadarlar vesselam
Kadın gitti
Cenazesi de yanında

Şimdi ben gönlümü eylerim
Seyreylerim ayları doluşları

Vakit var ya da yok

Şimdi ben nece bilinmezlikler bildim

Sahi nerde benim serçelerim
Dökülmüş kalmış mı bir halıda
Toplasam eteklerime
Uçar mı ki yeniden


8 Nisan 2012 Pazar

Muz balığına ağıt




Muz balığının mükemmel bir gününde bin kilo aldı
Doyumsuz bir varlık içine kaçtı
Kaç şarap devirdi
Kaç barbekü partisinde kazları kovaladı
Yedi yedi
Ölüyordu bilseydi yer miydi

Gökdelenin tepesinde karıncaları gördü
Toprağı çatal bıçakla kazdı kazdı
Doldu içine azgınca bir iştah
Midesi torbaydı dolduramadı gitti

Kaç bağ bozdu kaç dağ geçti
Yedi içti
Ölüyordu bilseydi içer miydi



1 Nisan 2012 Pazar

Üşgen




Dağın sık yüzünde bulursun bir tas suyla sandım
Durdum imbiğinden boşalır tez gelirsin diye

Beklemek ne sivriymiş dikenlerinde kanımı gördüm

Gözlerim arkandan sırtını sevdi
Gözlerim ellerini hep sevdi
Yüzünü dönsen gözlerim üşümezdi hiç

Atların başına muskama sarılı terlerimi astım
Koşsun serpsin içine diye
Bekledim
Söğüdün altında otlar biriktirdim sana
Damarlarında yeşillendiğim

Gelmedin

Karlara düştü parmaklarım
Benim gözlerim hep üşüdü



19 Mart 2012 Pazartesi

Dönüm




Yol vermiş trenler uzun bacaklı kadınları dolanır
Şehir ışıklarını yakmıştır
Son ses duyulur köşe başları
Aranır günlerin serinliğinde adamlar
Adamlar uzun kollu adamlar

Dinamitler serili köprülerin altına
Kavuşmasın diye kollar bacaklar

Salkım salkım somunlar düşer kucaklara
Avuç içi kadardır gökler
Adamlar ve kadınlar
Yan yana ar darda güzeldir
Bilirler korkutur bu güzellikler



28 Şubat 2012 Salı

Eylül


                                                                                   Gök'e

eylül düşer ayak uçlarına
hep beklemiş yaşlarındır damarları yaprakların
eğilsen nimete düşer toprak
gök havalanır ellerinden
baktığın yerdir yükselen
hüznü tabiatın
kal de balık yutmuş kentlere
suları adımlarını bekler


Hece



sen bensiz günlerini seversin
öyle seversin ki
dünyaları seviştirirsin üstüne
ben sensiz adamları severim
öyle severim öyle severim ki
tepelerin yedisi birden 
sevişir sevişir

iz nedir nasıl sürülür
bilir misin
zifirde kalırsın da
sesin içine gömülür
iz etmez ses etmez bir kervandasın da
korkmak olmaz

tırnaklarım dökülüyor
oysa geçirmiştim toprağına
tutunmuştum
nalına malına
bu nasıl iş demezler mi adama
adam sen de git işine
var git köyüne
ben yaban ellerin hepsini
gelmişini geçmişini

dillerim kurudu
ben nece konuşur nece severdim

acı hece hece
varsınlar olsunlar
aşkta varsıl saysınlar


ben sensiz adamları severim
öyle severim ki
haz tutmuş bedenim tir tir titrer
titrer de 
ben neden ağlarım
saksımda çiçeğimle
ben nere giderim.
                                                                                                               

8 Şubat 2012 Çarşamba

Sabun




İnsanlar doğarlar ve ölürler çocuğum. Hayır anne insanların bazıları doğar ve kaybolur.  Eksiltilmiş yaşam içinde varlıksız yaşarlar. Bir süre sadece kısa bir süre için arandıklarını, hafıza yitiminde unutulduklarını bilmezler bile.  Bazen Ağaç kovuklarına, sidik yutmuş tuvalet duvarlarına, bazen alt geçitlerin görünmez boşluğuna,  otobüs duraklarına asılmış çirkin bir fotoğraf üzerinde kaybolurlar, altında on iki haneli rakamla bulunma ihtimaliyle. İnsan sayılarla bulunabilir mi?  Beni çok aradın mı anne, telefon faturası çok geldi mi, ahize kulağını ağrıttı mı, ben kaybolunca hangi fotoğrafımı astınız? İnsan kaybolurken güzel aranmak istermiş.


Bazen de insan bir varmış bir yokmuşun içinde kaybolur.  Ben öyle de kayboldum anne sesim içime kaçtı da duyan olmadı. Belki o esnada mutfaktaydın ve annelerin kızlarına miras küflü salçanın mucizevî dönüşünü yaşatıyordun ya da patatesten bin türlü yemekler yapıyordun. Oysa ben bunların hiçbirini öğrenemedim. Babam televizyonda ayıp şeyler izlerken sen mışıl mışıl uyuyordun ve ben sen yokken babamın çorabında kayboldum. Leş kokularında çalı çırpı topladım. Ellerim ısınsın, gözlerim üşümesin diye. Sonra sobanın yuvamızın üzerine devrildiği akşam saçlarım tutuştu. Ben o yüzden saçımın tellerini bulamadım.


Biliyor musun anne aslında ben kaybolmaya doğarken başladım. Peygamber mucizesiymiş iki bacağının arasından dünyaya açılmak. Oysa peygamber bir bana gülümsemezmiş nur saçan dişleriyle. Kardeşlerim de güzel uzun bacaklı rahminden çıkıvereceklermiş.  Bunu anladığımda cennetin kapılarına rahminin uzaklığında kilit vurmuşlardı bile. Geç kalmıştım ve düşüncem yürümeyi henüz öğrenmese de karnının ılık sularında yüzemeyecektim biliyordum.  Artık kulağıma üç defa nefesle çınlanan ismimle yaşamı hatmedecektim. Dünyada her şeyin bir adı varmış benimki gibi öğrenecektim.


Küçükken yan odada babamın bazı geceler sana acı verdiğini düşündüm ve arada gıdıklanır gibi ses çıkartışına anlam veremedim. Eve topladığın komşularla pembe ojeli, pembe rujlu Neriman teyze hakkında bir sürü şey söyledin ve ben hepsini duydum, oysa Neriman teyzeye pastel boya takımındaki kaybolan pembe boyamı sormanı çok istiyordum. Sonra üniversite sınavında bütün doğrularımı kaybettim.  Okulu bitirdim ama dünya aşırı kaçmak istedim. Sevgilim beni terk ettiğinde öleceğim sandım ama ölmedim. Ölmeyişimin hatırına bir daha aşık oldum. İktidar olmadan dünyayı değiştirmek istedim ama dünya muktedir değilmiş anladım. Sonra arayışlarım bitmedi ve yollarımda kayboldum ve bir daha kendimden haber alamadım.



Sahi anne ben hep seni divanın altında terliklerimle bekledim. Paslı demir kokusunu içtim. Bir kalıp sabunla bulursun sandım. Gelmedin…


Şubat'12

7 Şubat 2012 Salı

Sandık Kokusu



Güneşin bin bir bilinmecesinde
Atlar tepinirken üzerimde
O gecesinde
Nerelerdeydiniz
Beklemiştim
Sesinizi ayaklarıma değdirip
Kapınızda yatmıştım

Ağzı büzülü torba gibi
Her şeyin en çok kenarında sessizim
Kötülemiş bir ihtiyarın bakışı şimdi
Silkinip sandık kokusunu
Naftalinli çamaşırlarımdan soyunsam sizi
Yaşanmış bir günü gecesinde bırakıp
Çeksem pervazını geçmişin

İçimde sizi boynumun bağından asarken
Nerelerdeydiniz
Tutmuş muydunuz bileklerimden
Bir kere en fazla
İki değil

Öpmeler olasım vardı kıvrımlarınızda
Neyin sancısı şimdi
Ağzımda çimen sapları
Paslı bir iğne gibi
Durmayın gidin
Taşlar yas tutmaz şimdi.

Ağustos'11

Gök Yolları




Karıncanın elleri demiştim bir kere
Belimde göktaşları gibi
Ne kadar anlaşılırdı her şey
İşlek derken bütün gök yolları
Sen ne kadar anlamıştın
Dünyanın tüm nehirlerinden
Aşırmıştık taşları
Ceplerimiz balondu ya
Şişirmiştik ayva kokulu ağızlarımızla…

Eylül '11


Atlı Karınca


Mandalın zafiyetine uğramış çamaşır ipinden sarkan eteklik gibiyim, baharı karşılayacak anda beyazlığımla yere düşmüşüm de, kuruyamadan daha çamur olmuş üstüm başım.  En güzel kimin üstünde dururdum merak etmemişler bile, paspas gibi o yanda bu yandayım şimdi. 

Dokuzuncu köyden kovulduktan sonra onuncu köye küsmüş kavalcı gibiyim. Yalnızlık dizlerimde romatizma, yağmuru yağdıracak tanrılar umursamıyor artık beni,  mahsus mahalmiş yalnızlık, tanrılar hakkında ne az şey bilirmişim oysa.  Arkadaşlarım ekmek arasında helva yerken oyun arası, bisiklet molası, annem salça bile süremezmiş ekmeğime,  o yüzden kapı arkalarında bitermiş bir salçası bile olmayan renksiz ekmeğim.  
Her gün usulca lunaparkın önünden geçen kısa saçlı kadınım.  Koca memeli balerin kadını hiç sevemedim ben, benimkiler hiç büyümeyecekti bildim. Gizli gizli tas basardım kocaman olsunlar diye, olmadı kocayacaklarmış öyle küçümen. Ama sevgilimin küçük diye memelerime dokunmaya kıyamadığını düşünürken kocamanlara koşacağını bilemezdim ki. Atları karıncalardan çok sevmemeyi öğrendim sonra. Karıncaları atlara ezdirmedim bu yüzden. Hem zaten atla karınca aşıkmış birbirine. Kısa saçlı kadın lunaparkın önünden geçerken atlarla karıncaları özlermiş hep. Ama pamuklara sardığı aşkı yokmuş artık gidemezmiş yanlarına. 

Saç örgülerim kalçamdan aşağı uzarken akşamları adamlar gizlice tutundular saçlarıma, ben uyurken girdiler odama, saçlarım büyümemi beklemedi ya ben uyurken kadın olmuşum meğer. Sonra adamların tutunacak çarşafları olmasın diye saçlarımı kestim.

Bir yastıkta kocayın yastıklarını hatırlıyorum iki kafanın bitişik aynı rüyaya yattığı uzunca bir yastık. Yanıma bitişik eller kollar düşledim de yanaklarım hep üşüdü, ellerim hiç ısınmadı.  Masal anlatacak kimse yoktu yorganlara sarındım ben de. Gizli gizli bir sürü şey anlattım kendime. Dünyaya salınmış koca bir gözden ibaret kısacık bir kızın hikayesi çalındı kulağıma. Çaldım söyledim, dinledim oynadım yattığım yerde.
Geceleri kocasının cebinden paralar aşıran Ayşe teyzelerin, banka veznesinde ömür sertifikası almaya hak kazanan Mehmet efendilerin, kendisine doğrularını üçer yanlışlarla yitirdin sen bu dünyada hep kaybedensin denen Alilerin, ciğerin 35 lira olduğu ülkede ciğersizlikten içi kuruyan kedilerin, adının komik anlamına gelen kelimeyle karıştırılmasına sinirlenen saka kuşlarının ülkesinde gökten balonla düştü küçük kara balıklı kız. Su kuşlarını yüzdürecek şehirler buldu kendine, sokakları geçti kaldırımları atladı, evlere girdi evlerden çıktı, tereyağlı ballı çörekler yedi, Ayşe teyzenin oğluyla sayı saymayı öğrendi. Kızlar ve oğlanlar, amcalar ve teyzeler, babalar ve anneler dünyasına düşleriyle girdi. Hayat küçük kızla hayallendi. Griden pembeye doğru renkleri saymayı öğrendi mahalleliler, mektepliler, paralılar, parasızlar. Kızın düşleriyle uyumaya düşleriyle sevmeye başladılar. Hayal kurmaya gerek yoktu dünya küçük kızla hayalleniyordu artık. Sabahlar, akşamlar, geceler, gündüzler dönme dolapta döndü durdu. Sonra küçük kız kendi suretinde küçük oğlanı gördü, elleri minnacık, gözleri kocaman, boyu kısacık cetvelde 5 santim. Bir çırpıda birleşti elleri, ayakları. Küçük kız ile küçük oğlan çimenler aşağı yuvarlandılar top top, bilye bilye. Pespembelik güneşler açıyordu tepelerinde. Küçük kız hayalini beş santimlik oğlanın ellerinde gözlerinde buluyordu artık. Hayale yatmaya, hayali düşlemeye vakti yoktu. Dünya yıldızlı haleleriyle başını döndürüyordu. 
Sonra günlerin dönme dolabında zaman tersine dönmeye başladı. Ayşe teyze kuaförün yolunu unuttu, terliklerini kaybetti de günlerce bulamadı, ütüsüz pantolonuyla yağmurda şemsiyesiz dolaştı Mehmet efendi, Ali yetişemediği trenlere, otobüslere, vapurlara ağladı, mahalleliler artık griden sonra renk görmez oldu.. Küçük kız er kişilerin ülkesinde kendi gibi eli minicik, boyu kısacık oğlana tutulalı beri düş kurmayı unuttu. Dünyanın hayali sustu birden. Küçük kız mahallelinin mutsuz mırıltılarını, kavgacı seslerini duyar oldu ve karanlık bulutun yaklaştığını hissetti.  Ayaklar kalabalık olup yokuş aşağı yürüyüşe geçti. Tencereler, testereler, kazmalar, bıçaklar, makaslarla küçük kız ve küçük oğlana koştular. Hayalsiz, gülümsemesiz, mutsuz dişleriyle, elleriyle küçük kız ve küçük oğlanın gözlerini oydular, parmaklarını kopardılar, karınlarını deştiler. Paramparça bedenlerinin üzerinden ekmek çiğner gibi geçtiler ve  yer, gök, deniz beş santimlik kana boğuldu…

Sonra aşkın, hayalin ve dostluğun katliyle uyku uyuyamaz oldum.  Göz kapaklarıma hüzün düştü, buzlu aynalarda yüzüm üşüdü. Mendilim yoktu. Ben yine ağladım…

Hem, 
Ocak başında kebap yemek varken ben yeni yılın ilk ayında neden üşüyorum.

I need some sleep…


Ocak'2012