7 Şubat 2012 Salı

Atlı Karınca


Mandalın zafiyetine uğramış çamaşır ipinden sarkan eteklik gibiyim, baharı karşılayacak anda beyazlığımla yere düşmüşüm de, kuruyamadan daha çamur olmuş üstüm başım.  En güzel kimin üstünde dururdum merak etmemişler bile, paspas gibi o yanda bu yandayım şimdi. 

Dokuzuncu köyden kovulduktan sonra onuncu köye küsmüş kavalcı gibiyim. Yalnızlık dizlerimde romatizma, yağmuru yağdıracak tanrılar umursamıyor artık beni,  mahsus mahalmiş yalnızlık, tanrılar hakkında ne az şey bilirmişim oysa.  Arkadaşlarım ekmek arasında helva yerken oyun arası, bisiklet molası, annem salça bile süremezmiş ekmeğime,  o yüzden kapı arkalarında bitermiş bir salçası bile olmayan renksiz ekmeğim.  
Her gün usulca lunaparkın önünden geçen kısa saçlı kadınım.  Koca memeli balerin kadını hiç sevemedim ben, benimkiler hiç büyümeyecekti bildim. Gizli gizli tas basardım kocaman olsunlar diye, olmadı kocayacaklarmış öyle küçümen. Ama sevgilimin küçük diye memelerime dokunmaya kıyamadığını düşünürken kocamanlara koşacağını bilemezdim ki. Atları karıncalardan çok sevmemeyi öğrendim sonra. Karıncaları atlara ezdirmedim bu yüzden. Hem zaten atla karınca aşıkmış birbirine. Kısa saçlı kadın lunaparkın önünden geçerken atlarla karıncaları özlermiş hep. Ama pamuklara sardığı aşkı yokmuş artık gidemezmiş yanlarına. 

Saç örgülerim kalçamdan aşağı uzarken akşamları adamlar gizlice tutundular saçlarıma, ben uyurken girdiler odama, saçlarım büyümemi beklemedi ya ben uyurken kadın olmuşum meğer. Sonra adamların tutunacak çarşafları olmasın diye saçlarımı kestim.

Bir yastıkta kocayın yastıklarını hatırlıyorum iki kafanın bitişik aynı rüyaya yattığı uzunca bir yastık. Yanıma bitişik eller kollar düşledim de yanaklarım hep üşüdü, ellerim hiç ısınmadı.  Masal anlatacak kimse yoktu yorganlara sarındım ben de. Gizli gizli bir sürü şey anlattım kendime. Dünyaya salınmış koca bir gözden ibaret kısacık bir kızın hikayesi çalındı kulağıma. Çaldım söyledim, dinledim oynadım yattığım yerde.
Geceleri kocasının cebinden paralar aşıran Ayşe teyzelerin, banka veznesinde ömür sertifikası almaya hak kazanan Mehmet efendilerin, kendisine doğrularını üçer yanlışlarla yitirdin sen bu dünyada hep kaybedensin denen Alilerin, ciğerin 35 lira olduğu ülkede ciğersizlikten içi kuruyan kedilerin, adının komik anlamına gelen kelimeyle karıştırılmasına sinirlenen saka kuşlarının ülkesinde gökten balonla düştü küçük kara balıklı kız. Su kuşlarını yüzdürecek şehirler buldu kendine, sokakları geçti kaldırımları atladı, evlere girdi evlerden çıktı, tereyağlı ballı çörekler yedi, Ayşe teyzenin oğluyla sayı saymayı öğrendi. Kızlar ve oğlanlar, amcalar ve teyzeler, babalar ve anneler dünyasına düşleriyle girdi. Hayat küçük kızla hayallendi. Griden pembeye doğru renkleri saymayı öğrendi mahalleliler, mektepliler, paralılar, parasızlar. Kızın düşleriyle uyumaya düşleriyle sevmeye başladılar. Hayal kurmaya gerek yoktu dünya küçük kızla hayalleniyordu artık. Sabahlar, akşamlar, geceler, gündüzler dönme dolapta döndü durdu. Sonra küçük kız kendi suretinde küçük oğlanı gördü, elleri minnacık, gözleri kocaman, boyu kısacık cetvelde 5 santim. Bir çırpıda birleşti elleri, ayakları. Küçük kız ile küçük oğlan çimenler aşağı yuvarlandılar top top, bilye bilye. Pespembelik güneşler açıyordu tepelerinde. Küçük kız hayalini beş santimlik oğlanın ellerinde gözlerinde buluyordu artık. Hayale yatmaya, hayali düşlemeye vakti yoktu. Dünya yıldızlı haleleriyle başını döndürüyordu. 
Sonra günlerin dönme dolabında zaman tersine dönmeye başladı. Ayşe teyze kuaförün yolunu unuttu, terliklerini kaybetti de günlerce bulamadı, ütüsüz pantolonuyla yağmurda şemsiyesiz dolaştı Mehmet efendi, Ali yetişemediği trenlere, otobüslere, vapurlara ağladı, mahalleliler artık griden sonra renk görmez oldu.. Küçük kız er kişilerin ülkesinde kendi gibi eli minicik, boyu kısacık oğlana tutulalı beri düş kurmayı unuttu. Dünyanın hayali sustu birden. Küçük kız mahallelinin mutsuz mırıltılarını, kavgacı seslerini duyar oldu ve karanlık bulutun yaklaştığını hissetti.  Ayaklar kalabalık olup yokuş aşağı yürüyüşe geçti. Tencereler, testereler, kazmalar, bıçaklar, makaslarla küçük kız ve küçük oğlana koştular. Hayalsiz, gülümsemesiz, mutsuz dişleriyle, elleriyle küçük kız ve küçük oğlanın gözlerini oydular, parmaklarını kopardılar, karınlarını deştiler. Paramparça bedenlerinin üzerinden ekmek çiğner gibi geçtiler ve  yer, gök, deniz beş santimlik kana boğuldu…

Sonra aşkın, hayalin ve dostluğun katliyle uyku uyuyamaz oldum.  Göz kapaklarıma hüzün düştü, buzlu aynalarda yüzüm üşüdü. Mendilim yoktu. Ben yine ağladım…

Hem, 
Ocak başında kebap yemek varken ben yeni yılın ilk ayında neden üşüyorum.

I need some sleep…


Ocak'2012




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder