9 Ocak 2014 Perşembe


VEDA

Akşamlar okunur gibi
Arapçanın en sesli hali
Bir annedir havvadan beri

Yeşil biberlerin içindeki çekirdekleri parmaklarıyla tek tek ayıklarken çıkardığı sese domateslerin ince kıyım tizliği ve tavada kızaran yağın cızırtılı korosu eşlik ederken duyduğum şarkı acı bir tat bırakıyor dilimin altında. Ne yana kaçsam duyuramıyorum sanki içimdeki bağırtıyı. İş aramaktan bitkin düştüğüm bilmem kaç kapının yüzüme kapandığı günler annemi mutfakta öyle bir ayini yönetircesine kendinden göçmüş halde bulurdum. Sebzeleri elleriyle öldürdükten sonra yeni bir can verirdi onlara.  Her yemek sonrası midemdeki hazımsızlığa başka anlam veremiyorum yoksa. Mutfak ev içinde ev, kirletip temizlediği, bitiremeyip döktüğü, yemeyip içirdiği. Mutfak annemin mabedi her güne helva pişirdiği. 
2 yıldır iş bakıyorum kendime. Okul biteli çok oldu.  Evde oturmaktan içimin kıyıldığı bazı günler bal gibi de bulurum deyip evden çıkarken arkamdan bağırıyor
-Veda kızım toz şekerimiz bitmiş almayı unutma’- Kızım ayakkabılığın üzerinde para var gelirken bir kilo kıyma al Her gün mutfakta özene bezene pişirdiği yemekler annemle aramda iştah açsa da söz açmadığı kesin. Her mevsim döne döne mutfağa misafir olan sebzegillerin hatırına yaşar gibiyiz. Ağzı var konuşmaz yani ben anlatıyorum o dinliyor zannediyorum. Alakasız yerlerde yemeğin altını kısmaya gittiğinde içimin iştahı kaçıyor konuşmaz oluyorum. Elim boş döndüğümde eve iki yana bağladığı saçları gibi yüzü düşüyor yere. O anlarda anneliğini değil de çocukluğunu yaşıyorum sanki. Doğduğum günden beri üzerinde siyahtan başka bir renk görmedim. Parmak uçlarını örten uzun siyah elbisesiyle evin içinde dolanırken kilimler yasa bürünüyor sanki. İncecik omuzlarını kapatan iki yana bağladığı örgüleri açılacağı güne yalvarır gibi yüzüme bakıyorlar. Avuçlarımı gösteriyorum onlara, elimden bir şey gelmez. Abimin öldüğü gece renkler de ölmüş geriye gecenin karası kalmış.
Küçükken teyzeme gelip gidip baktığım üzerinde Sibel Can’ın resminin olduğu koca bir aile albümü var.  Hatırlıyorum da uzunca bir süre Sibel Can’ın da ailemizden biri olduğunu ama benden gizlendiğini düşündüm. Annem koca albüme sığacak ne varsa hepsini toparlayıp çıkarmış evden bir bana kıyamamış sanki. Acı bir masal dinler gibi dinliyorum teyzemden. O anlattıkça ismimin ağırlığı çöküyor üzerime. Albümde abimin jilatinli yüzünü izlerken çocukluğumun bütün yaşları yas ilan etmiş gibi içim sıkılıyor. Abimden eksilme bir hayatı yaşarken doğumumun diyetini ödüyorum.-Abin nur toplu, dokuz canlı mahallenin birörnek çocuklarına örnek bir evlat.^Teyzemin tılsımlı sesinden çıkan, içinden abimin geçtiği hikayeleri dinlemek için koşa koşa giderdim yanına. Annemden ayrı giderdim, giderdim ki teyzemin tılsımlı sesi değişmesin. Yoksa annemin yaptığı yemekleri, domateslerin artık eski tadını vermediğini, karşı manavın meyveleri pahalıya sattığını, e pazar dururken manava gitmenin enayilik olduğunu, annemin geçen yaptığı helvanın kıvamını çok iyi tutturduğunu, zaten kimsenin annem gibi helva yapamadığını, kaç kere dinlediğimi hatırlamıyorum. Teyzem abimli hikayeleri annemin yanında anlatmaz. Neden anlatmadığını sessiz ve kimsesiz anlayıverdim. Abimin gölgesi beni beden yapan. Oysa herkesin bir vatanı var değil mi annesi olan. Annemin rahmine düştüğümde ben vatanıma Veda olmuşum meğer.Doğduğu gün doğumhanedeki tüm bebekler minik ağızlarından çıkan baloncuklarla karşıladılar abini. Ateşi çıkanların sıcaklığı geçti, midesi bulananlar annelerinin memelerine yapıştı, şişeden çıkacak cinin haberini aldılar bir kere. Annenin koca bir şişeye dönmüş karnından abin tüy gibi çıkıverdi. O dakka doktorun parmaklarını tatlı bir rüzgar yaladı. Bebek kendi beyazlığını annenin yüzüne kattı. Öyle beyaz öyle beyazdı ki görenlerin içi aklandı. Annen rüyasında bebeğini Vedat diye sevdi. Ondandır doğduğunda 3 kere fısıldadı, Vedat’ım, Vedat’ım, Vedat’ım. İçinden sevgi geçen adı mahallenin her karış evinde duyuldu. Çocuğunun ismini Vedat koymayan anneler bin pişman çocuklarının yüzüne baktı.”Teyzemin masalsı sesi uyku sesine dönüştüğünde gözlerim açık giderdi uykuya. Abimin 5 yaşına geldiğinde okuma yazmayı söktüğünü, mahallenin kolalı gömlekli çocuklarına sayı saymayı öğrettiğini, markayla ekmek alınan günlerde kokusu caminin minaresinden duyulan sıcacık ekmekleri apartman komşularının kahvaltı sofralarına yetiştirdiğini, mucize kabilinden boy atışını, annemin bir türlü kumaşları yetiremediğini anlatacakken daha teyzem hikayenin uzun metrajında uykuya dalardı. Gözlerimi zorla kapatırdım ben de. Bazen de yumuşak sesiyle yutkunurken hikaye usulca bir yerde dinlenirdi. Teyzem es verdiğinde anlattıklarına arada bir gözlerim memelerine ilişirdi. Ayrık iki tepeyi andıran memeleri sallanırdı aşağı. Ayrık memeli kadınların özlemi bol olur dağ bayır aranır der dururdu da ben anlayalı geç oldu. Teyzemin kocası kaptan. Evlendiklerinin ilk haftası deniz aşırı yola gitmiş, peşinden sesi de gitmiş, izi denize karışmış sanki. O gün bugün ne gören var ne duyan. Perçem perçem yüzüne düşen kederden anlıyorum ki ailenin kadınları acıya gebe kalmış doğurmuş can diye kederi. Ondan ana dilim acı söyler.Bastığım her karış yere veda eder gibi yaşıyorum. Ondan birlikte olduğum her adam daha ilk günde ayrılık oldu bana, ondan girdiğim işlerde ilk maaşımı göremeden işten çıkartıldım ondan cebim hiç dolmaz. Annemin dokuduğu kimsenin sırtına giymek istemediği kötü kazaklar gibiyim. Sahibinden çalıntı şarkılar gibi kasetlere çekilmişim ya da. Nereden baksam ucuza gitmişim. Hiçbir zaman abim gibi olamadım. Mahallenin çocuklarına sayı saymayı öğretemedim mesela. Üniversiteyi 7 yılda bitirdim. Alt tarafı muhasebecilik okudum. Sayılardan nefret ederim oysa. Abimin gölgesinde kendim olamadım. İlk ve tek suçum doğmak oldu. Bir katil gibi dönüp dolaşıp geldiğim yer iki oda bir salon ve abimin ölüsünün kalktığı yatak.  “Abin ateşlenip ölüme gaip olduğu o gece yıldızlar kanatsız annenin saçlarına düştü. İki yana sımsıkı bağladığı saçları o geceden kaldı zaten. Nazara geldi diye diye ağladı mahallenin komşu kadınları. Abinin önce nefesi kaçtı. Kısık kısık gülüyor, kısık bakıyordu. Alnında ateşler yakılmıştı da biz söndüremiyorduk. Soğuk havluları yetiştiriyorduk sırtına.  Geceleri başında kuyruk oluyorduk.. Kalbi kısık kısık atıyordu. Götürmediğimiz doktor, okutmadığımız hoca kalmadı. Gün gün gece gece soluyordu yavrucak. Annen o gece mutfakta şifa niyetine çorba kaynatırken abin içeride yatağın ucuna usulca bırak ı canını. Annen o gece mutfakta oğlunun canını kaybetti. Bu yüzden mutfaktan çıkmaz hiç. En güzel yemekleriyle oğlunun ruhunu doyurur, yaş dönümlerine en güzel pastalarını yapar. Annen abinin ölümüyle içine kapandı, lal oldu da kimseciklerle konuşmadı babanla bile. Ağzına içki koymayan baban alkolle unutmaya çalıştı oğul acısını. Her gece içip içip mahalleyi ayağa kaldırıyordu gözüne uyku girmezken kimseler uyumasın diye. Ateş düştüğü yakar, giden geri gelmez laflarıyla mahalleli avutmaya çalışıyordu babanı. Gün gün hırçınlaşan kendini kaybeden baban bir gece abinin yattığı yatakta uyuyan annenin içene zorla girdi.  Bıraktı rahmine dölünü. Babanın kollarında çırpınan annenin içi acı acı bağırdı. Sabah ezanı sustu, mahalleliler o gece yataklarında bir acıya şahit oldu.”Teyzem hikayeyi tam da can veren yerde birden bitirirdi. Her sonda yeni bir başlangıç beklerdim. Yeniden yeniden bıkmadan dinleyişim hep bu sebepten.
Uzunca bir süre aynaya bakarken buluyorum kendimi. Bağırsakları çıkmış kasetler, renkleri solmuş, ilmiği kaçmış kazaklar geliyor gözümün önüne, hepsini onarmalı, şarkıları sahibine teslim etmel,i zincirinden kaçmış ilmeği yakalamalı, ölümü onarmalı diyorum. ONARMALI. Hiç olmazsa Veda’nın doğduğu yere, doğduğum yere çiçekler bırakmalı. Çiçek olmalı isimleri çocukların. Uzunca bir süre aynaya bakarken ilk dileğim, Çiçek olmalı adım. Ölümü onarmalı. Onarmalı.Her acı umuttur öyle değil mi anne ?