23 Ağustos 2012 Perşembe

ipe serilenin hüznü



Az önce yüz bin çığlık yuttum. Sokakta mendil satan bir çocuk bacak kadarlığına aldırmadan habire habire dünyanın amına koyarken hıçkırık geldi boğazıma yapıştı. Tam orta yerimden yarılmış gibi hissederken çiçek havuzunda çiçek satan kadınları gördüm. Kim demiş çingenelerin kötü koktuğunu; güller, begonyalar, papatyalar, sümbüller arasında bir yaygaradır kopuyor. Kadınlar mis geliyor bana ayaküstü. Üzerime bakıyorum yumurta topuklarım ve etekliğimle pek de cilalıyım. Kokum gelmiyor burnuma. Halimden darlanırken bir çığlık daha yapışıyor ağzıma.

Ayaklarım birbirine dolaşmış hızlıca yürüyorum. Telaşıma anlam veremeyip azarlıyorum kendimi. Çocuğu evde bırakıp kaçmış bir annenin suçu gelmiş yakama yapışmış sanki. Nereye gitsem taşıyorum. Gözüm hep arkada.  Bir ağlama sesi duysam benim küçüğü hatırlıyorum. “Babası iyi bakıyor mudur? Saat 3 uyku saati geldi. Uykusunu alamayınca da huzursuz oluyor halbuki.”
Annesi evde bırakıp kaçmış bir çocuğun mahzunluğunu takınıyorum sonra.  “Anne babam beni tutmayı bilmiyor. Saat üç oldu anne, uykum geldi, sen de gel artık.”

Ne oluyorsa yolda oluyor bana. Kafama deliler hücum ediyor sanki. Deliyle deli olup anlaşacağım tutuyor hemencecik. Evden sigara almak için mi çıktım? Annem ekmek almaya yolladı da ben parayı bakkalda mı yedim?  Sevgilimle tartışınca onu yol ortasında bırakıp mı kaçtım? Yeni kitabımı yazmak için Heybeli adadaki evime mi yerleştim?  Yoo Yoo bu sonuncusu olmadı biliyorum. Bildiğim tek şey bu olsun istiyorum şimdi. İnsan ne çok kaybedermiş kendini. Kulağındaki uğultuyla ne çok sokak geçermiş. Sokak adları arkamda kaldıkça gördüğüm her şeyi geride bırakacakmışım gibi hissediyorum. İnsanım işte aldanıyorum hemen.

Hafif metronun içindeyim duraklar geçiyorum;  Merter, Zeytinburnu, Bakırköy. Hafif metronun içinde karşımda bulaşık yıkamış da üstü başı ıslanmış gibi duran bir kadın oturuyor.  Bulaşık önlüğü takmayan kadınlardan belli. Saçları yanlardan çıkmış eşarbı öylesine duruyor adettendir diye. Karşılıklı pek hafif gözükmüyoruz. Metrolar kadın taşır bu saatlerde. Kadın ellerini kavuşturmuş uzağa bakıyor. Ne düşündüğünü kestirmek kolay olmasın istiyorum. Eve zil zurna gelen kocası olmasın. Ondan beş çocuk doğurmasın. Merdiven yıkamaktan beline ağrılar girmesin. Ben ona bakarken gerçeğe dönmek acı vermesin istiyorum. Sonra cama yansıyan yüzümde olmasın dediğim çok şey görüyorum. Susuyorum kendime. Metro duraklar geçiyor. Bahçelievler, Ataköy, Yenibosna. Kadın ayağa kalkarken bir yandan etekliğini eliyle düzeltiyor. 6. durakta iniyor. İçim bir türlü hafiflemiyor.

Nereye gittiğimi hatırlamaya çalışıyorum. Otogardayım otobüs bekliyorum yanıma bir adam sessizce yanaşıyor. Yolculuk nereye kardeş diyor. Lafı ağzından alıp kardeşim hasta memlekete gidiyorum diyorum. Hastalık meraktır sormadan duramıyor.  Birden bacısı oluyorum, üzülmemi istemiyor. Gençlik yenermiş bütün marazları, öyle söylüyor. Tiz sesli bir kadının 57 TA 3426 plakalı araç için Sinop yolcusu kalmasın anonsunu duyar duymaz yanımdan uzaklaşıyor. Adam gidiyor, ben bekliyorum. Bir kardeşim olsa nereye giderdim. Ülke haritasında kendime bir kardeş ve bir ev arıyorum. Yaşamak istemediğime meyilliyim.  Otogardan ayrılıyorum.

Yollar geçiyorum yavaş, hızlı. Sonra cümbüş mahallesinde kadınları görüyorum. Evlerinin önünde çekirdek çıtlıyorlar. Sevda’nın beyaz çarşaflarını konuşuyorlar  “ Ne titizdir bu Sevda, çamaşırları da ne güzel dizmiş. ”  Çamaşır kokulu dertleriyle güzel geliyor kadınlar bana. Yanlarına otursam alırlar mı beni aralarına? Yıkasa Sevda; tüm bensiz oluşları, hesabı tutulmuş arkadaşlıkları, içe işlemeyen aşkları, egonun ve hırsın kirini pasını. Dizse ipe baştan en temiz haliyle.
Saçmanın ve anlamsızlığın içinde kendini yaratmak mümkün mü? ‘Masumiyet ‘ bir filme başlık olacak kadar ilham veriyor hayata. Masumiyetin kaybedilen değil de kazanılan olduğunu hatırlıyorum. Çocukluğun doğadan aldığı, etrafa yayılan ve hissedilen bir kokusu var.  Gün ortasında bağlık bahçelik kokuların burnumun direğine çarpması bundandır diyorum. Çocuk parmağıma doladığım ipin peşine düştüğümde bulacağım yerin masumiyet olduğunu düşünmek yüzümü güldürüyor.

Yürümekten vazgeçmiyorum. Geniş avluların içinden geçiyorum. Çocuklar koşuşturuyor patlıcan kurutan annelerinin eteklerinde. Damlara serilmiş kayısı çiğitlerinden sarı kokular yayılıyor etrafa. Ayağı sakatlanmış bir çocuk salıncakta sallanıyor. O sallandıkça rüzgar enseme dokunuyor. Avludaki oğlanlardan birine takılıyor gözüm. Oğlan kaçan topun arkasından koşuyor. O koştukça duramıyorum yerimde. Tatlı bir anının peşinden topum patlamasın diye koşar gibiyim.

Arayış ne sonsuz bir kelime belki sevmek kadar. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder