Az önce yüz
bin çığlık yuttum. Sokakta mendil satan bir çocuk bacak kadarlığına aldırmadan
habire habire dünyanın amına koyarken hıçkırık geldi boğazıma yapıştı. Tam orta
yerimden yarılmış gibi hissederken çiçek havuzunda çiçek satan kadınları
gördüm. Kim demiş çingenelerin kötü koktuğunu; güller, begonyalar, papatyalar,
sümbüller arasında bir yaygaradır kopuyor. Kadınlar mis geliyor bana ayaküstü.
Üzerime bakıyorum yumurta topuklarım ve etekliğimle pek de cilalıyım. Kokum
gelmiyor burnuma. Halimden darlanırken bir çığlık daha yapışıyor ağzıma.
Ayaklarım
birbirine dolaşmış hızlıca yürüyorum. Telaşıma anlam veremeyip azarlıyorum
kendimi. Çocuğu evde bırakıp kaçmış bir annenin suçu gelmiş yakama yapışmış
sanki. Nereye gitsem taşıyorum. Gözüm hep arkada. Bir ağlama sesi duysam benim küçüğü hatırlıyorum.
“Babası iyi bakıyor mudur? Saat 3 uyku
saati geldi. Uykusunu alamayınca da huzursuz oluyor halbuki.”
Annesi evde
bırakıp kaçmış bir çocuğun mahzunluğunu takınıyorum sonra. “Anne babam beni tutmayı
bilmiyor. Saat üç oldu anne, uykum geldi, sen de gel artık.”
Ne oluyorsa
yolda oluyor bana. Kafama deliler hücum ediyor sanki. Deliyle deli olup
anlaşacağım tutuyor hemencecik. Evden sigara almak için mi çıktım? Annem ekmek
almaya yolladı da ben parayı bakkalda mı yedim? Sevgilimle tartışınca onu yol ortasında
bırakıp mı kaçtım? Yeni kitabımı yazmak için Heybeli adadaki evime mi yerleştim?
Yoo Yoo bu sonuncusu olmadı biliyorum. Bildiğim
tek şey bu olsun istiyorum şimdi. İnsan ne çok kaybedermiş kendini. Kulağındaki
uğultuyla ne çok sokak geçermiş. Sokak adları arkamda kaldıkça gördüğüm her şeyi
geride bırakacakmışım gibi hissediyorum. İnsanım işte aldanıyorum hemen.
Hafif
metronun içindeyim duraklar geçiyorum; Merter,
Zeytinburnu, Bakırköy. Hafif metronun içinde karşımda bulaşık yıkamış da üstü
başı ıslanmış gibi duran bir kadın oturuyor.
Bulaşık önlüğü takmayan kadınlardan belli. Saçları yanlardan çıkmış
eşarbı öylesine duruyor adettendir diye. Karşılıklı pek hafif gözükmüyoruz.
Metrolar kadın taşır bu saatlerde. Kadın ellerini kavuşturmuş uzağa bakıyor. Ne
düşündüğünü kestirmek kolay olmasın istiyorum. Eve zil zurna gelen kocası
olmasın. Ondan beş çocuk doğurmasın. Merdiven yıkamaktan beline ağrılar
girmesin. Ben ona bakarken gerçeğe dönmek acı vermesin istiyorum. Sonra cama
yansıyan yüzümde olmasın dediğim çok şey görüyorum. Susuyorum kendime. Metro
duraklar geçiyor. Bahçelievler, Ataköy, Yenibosna. Kadın ayağa kalkarken bir
yandan etekliğini eliyle düzeltiyor. 6. durakta iniyor. İçim bir türlü
hafiflemiyor.
Nereye gittiğimi
hatırlamaya çalışıyorum. Otogardayım otobüs bekliyorum yanıma bir adam sessizce
yanaşıyor. Yolculuk nereye kardeş diyor. Lafı ağzından alıp kardeşim hasta
memlekete gidiyorum diyorum. Hastalık meraktır sormadan duramıyor. Birden bacısı oluyorum, üzülmemi istemiyor. Gençlik
yenermiş bütün marazları, öyle söylüyor. Tiz sesli bir kadının 57 TA 3426
plakalı araç için Sinop yolcusu kalmasın anonsunu duyar duymaz yanımdan
uzaklaşıyor. Adam gidiyor, ben bekliyorum. Bir kardeşim olsa nereye giderdim.
Ülke haritasında kendime bir kardeş ve bir ev arıyorum. Yaşamak istemediğime
meyilliyim. Otogardan ayrılıyorum.
Yollar
geçiyorum yavaş, hızlı. Sonra cümbüş mahallesinde kadınları görüyorum.
Evlerinin önünde çekirdek çıtlıyorlar. Sevda’nın beyaz çarşaflarını
konuşuyorlar “ Ne titizdir bu Sevda, çamaşırları da ne güzel dizmiş. ” Çamaşır kokulu dertleriyle güzel geliyor
kadınlar bana. Yanlarına otursam alırlar mı beni aralarına? Yıkasa Sevda; tüm
bensiz oluşları, hesabı tutulmuş arkadaşlıkları, içe işlemeyen aşkları, egonun
ve hırsın kirini pasını. Dizse ipe baştan en temiz haliyle.
Saçmanın ve
anlamsızlığın içinde kendini yaratmak mümkün mü? ‘Masumiyet ‘ bir filme başlık
olacak kadar ilham veriyor hayata. Masumiyetin kaybedilen değil de kazanılan
olduğunu hatırlıyorum. Çocukluğun doğadan aldığı, etrafa yayılan ve hissedilen
bir kokusu var. Gün ortasında bağlık
bahçelik kokuların burnumun direğine çarpması bundandır diyorum. Çocuk
parmağıma doladığım ipin peşine düştüğümde bulacağım yerin masumiyet olduğunu
düşünmek yüzümü güldürüyor.
Yürümekten
vazgeçmiyorum. Geniş avluların içinden geçiyorum. Çocuklar koşuşturuyor
patlıcan kurutan annelerinin eteklerinde. Damlara serilmiş kayısı çiğitlerinden
sarı kokular yayılıyor etrafa. Ayağı sakatlanmış bir çocuk salıncakta
sallanıyor. O sallandıkça rüzgar enseme dokunuyor. Avludaki oğlanlardan birine
takılıyor gözüm. Oğlan kaçan topun arkasından koşuyor. O koştukça duramıyorum
yerimde. Tatlı bir anının peşinden topum patlamasın diye koşar gibiyim.
Arayış ne
sonsuz bir kelime belki sevmek kadar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder